Özet
2010 yılının son günlerinde Tunus’ta başlayan, daha sonradan “Arap Baharı” olarak adlandırılacak olan halk hareketlerinin, temelinde otoriter rejimlerde halkın taleplerinin karşılıksız kalması sonucu, aynı taleplerin yöntem değiştirilerek siyasi otoriteye iletilmesi yatmaktadır. Halk hareketlerinin domino etkisiyle Mısır, Libya ve Yemen’de benzer taleplerle meydana gelmesi neticesinde yönetimler değişmiş ancak 2011 yılında Suriye’de de başlayan olaylar günümüzde iç savaş halini alarak çalışmanın devamında yer vereceğimiz sebeplerle devam etmektedir.
Bu çalışmada, Suriye’nin genel yapısı ve jeopolitik önemi üzerinden yola çıkılarak, siyasal yönetim tarzının ve halk taleplerinin süreç içinde gelişimleri değerlendirilecektir. Suriye Krizi karşısında uluslararası politik çözüm önerileri ve krizin geldiği noktanın bölgesel ve küresel aktörlere yansıması analiz edilerek, barışın taraflarca mutabakat sağlanarak tesis edilmesi için öneriler sunulacaktır.
1.Giriş
Tunus’ta başlayan halk ayaklanmaları henüz Suriye’ye sıçramamışken, Tunus’ta 23 yıllık iktidarını bırakmak zorunda kalan Zeynel Abidin’in yönetimden indirilmesinden birkaç gün sonra, 2011 Ocak ayında Wall Street Journal’a röportaj veren Beşar Esed, bu toplumsal ayaklanmalarla Orta Doğu halklarının yeni bir çağı başlattıklarını ve yönetimlerin bu talepler karşısında kayıtsız kalmamaları gerektiğini diler getirmiş. Yöneticilerin, halkın ekonomik, sosyal ve siyasal taleplerinin yerine getirilmesi için daha çok çalışması gerektiğine değinmiştir.[1] Bu röportaj ve benzer söylemler Beşar Esed’in, halk ayaklanmalarının Suriye’ye sıçramasını beklemediğini ortaya koymaktadır. Ocak ayında Ürdün’e de sıçrayan halk hareketlerinin Suriye’ye sirayet etmesi uzun sürmemiş ve 2011 yılı Şubat ayında, Suriye’nin Ürdün sınırı olan Der’a Şehri’nde başlayan olayların bir ay içerisinde ülkenin diğer bölgelerine de yayılarak etkili olması tüm Suriye’nin günümüzde de devam eden bir iç savaşa sürüklenmesinin fitilini ateşlemiştir.
Uzun yıllardır karşılanmayan, halkın somut reform taleplerinin, sokak gösterileriyle yineleniyor olması karşısında rejimin sert müdahalesi, ve silah kullanması, reform taleplerinin boyutunu değiştirerek, önce hükümetin değişmesi, sonrasında ise Esad’ın yönetimden indirilerek cezalandırılması yönünde sert bir hal almıştır.
Bu talepler karşısında Esad yönetimi, hükümetin değiştirilmesi[2] ve 1963 yılından beri uygulanan sıkı yönetimin kaldırılması, kürtlere vatandaşlık verilmesi gibi tedbirler almış olsa da, bu önlemler, çatışmaların başlaması sebebiyle geç kalmış ve taleplerin karşılanması konusunda yeterli olmamıştır.[3]
Sokak olaylarının iç savaşa dönüşmesi akabinde, gözler uluslararası kurumlara ve dünya siyasetinde söz sahibi devletlere çevrilmiştir. Türkiye, hem tarihsel hem de coğrafi sorumluluklarının getirdiği gereklilikle Esad yönetimine reform çağrılarını tekrarlamış ve çatışma ortamının sonlanması için hükümetler arası girişimlerde bulunmuştur. Ancak rejimin, halka karşı silah kullanması ve sert müdahalesi sonrasında Esad yönetimine karşı keskin bir tavır almıştır. ABD ise, Başkan Obama ile birlikte, süregelen dış politikasının dışına çıkmamış ve BM Güvenlik Konseyinin alacağı müşterek kararlar dışında, Bush döneminde üstlendiği “dünyanın jandarması” misyonunun dışında askeri ve fiziki müdahaleden kaçınmıştır. Benzer sebeplerle Libya’da başlayan olayların BM Güvenlik Konseyi kararlarınca askeri müdahale ile kontrol altına alınması sürecinde koalisyon güçlerinin liderliğini Fransa’ya vermesinin sebebi de ABD’nin son dönemde izlediği dış politika değişikliğinin özetidir. Suriye’nin içinde bulunduğu durum itibariyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplanmış ve bölgeye müdahale edilmesi için görüşmeye başlamışsa da, daimi üyeler Rusya ve Çin’in ret oylarıyla mutabakat sağlanamamıştır.[4] Uluslararası kurum, organizasyon ve devletlerin çözüm üretmekte yetersiz kaldığı Suriye krizi, oluşan otorite boşluklarının terör guruplarınca doldurulmasına ve bölgesel krizin uluslararası boyut kazanmasına sebep olmuştur. Suriye meselesi, ulusal manada muhalifler ve yönetim arasında silahlı çatışmaların artarak devam ettiği, bölgesel manada reform isteyen halk tarafında saf tutan devletler ile Suriye rejimi üzerindeki nüfusunu devam ettirmek isteyen devletler arasında mücadele zemininin oluştuğu ve küresel manada otoriter yönetimlerden yana tavır alan ülkeler ile demokratik yönetimlerden yana tavır alan ülkelerin vekalet savaşlarına sahne olduğu bir mesele haline gelmiştir.[5] Nitekim 2012 yılı Mart ayında Özgür Suriye Ordusu ve rejim güçleri arasında başlayan çatışmalara, daha sonra DAEŞ, EL NUSRA, PYD-YPG ve diğer guruplar eklenerek, oluşan otorite boşluğundan faydalanmak suretiyle vekalet savaşlarının sahnelendiği mücadele zemini oluşmuştur.
Tarihin her alanında, bilhassa İslam medeniyetinin yaygınlaşmasıyla bilim, fen, edebiyat merkezlerinden olagelmiş Şam ve Halep’i kapsayan Suriye, Mercidabık Savaşı sonrası Memlüklü Devletinin yıkılması ve hilafetin Osmanlı Develeti’ ne geçmesi ile birlikte Osmanlı sınırlarına dahil olmuş ve Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Birinci Dünya savaşı sonrası Fransız mandası altına giren Suriye bağımsızlığını kazandığı 1946 yılına kadar Fransız komiserler tarafından yönetilmiştir. Bu tarihe kadar bölgesel bağımsızlık mücadeleleri verilmiş olsa da başarı sağlanamamıştır. İkinci Dünya Savaşının Fransa’ya yüklediği külfet ve savaşın ağır sonuçları, Fransa’nın bu ülke üzerindeki yönetim hakkından feragat etmesiyle birlikte 1946 yılında BM’ye katılarak Suriye Arap Cumhuriyeti adını almıştır.
Bu tarihten sonra 1958 yılına kadar askeri darbeler ve yönetim rekabetlerinin etkili olduğu bir dönem yaşanmakla birlikte Baas ülküsü gittikçe güçleniyor ve ilk meyvesini Suriye ve Mısır’ın birleşmesiyle veriyordu. Bu birleşme sonrasında Birleşik Arap Cumhuriyeti tesis edilmiş ve Suriye’de ki siyasal partiler kendini feshetmiştir. Ancak, dönemin baskın siyasal karakterlerinden olan Mısır lideri Cemal Abdülnasır’ın Suriye’yi bir ortak değil bir uydu veya vilayet olarak görüyor olması birliğin 1961 yılında dağılmasına sebep olan en büyük etkenlerden birisidir.[6] 1963 yılında Baas Partisi yeniden yönetimi almış ve 1970 yılına kadar iktidar çatışmalarının yaşandığı bir süreç ile birlikte, Savunma Bakanı Hafız Esad’ın iktidar olmasıyla yeni bir döneme girmiştir.
Arap Sosyalist Diriliş Partisi yönetiminde, darbeler silsilesinin sonuncusuyla iktidara gelen Hafız Esad, otuz yıllık iktidarı döneminde otoriter bir yönetim anlayışı benimsemiş ve ideolojik olarak Rusya, mezhepsel olarak da İran’la sıkı ilişkiler kurmuştur. Otoriter rejimlerde sıklıkla görülen askeri yapılanmalar ve istihbarat yapılanmalara oldukça önem vermiş ve muhalif seslere asla müsamaha göstermemiştir. Ülkede azınlık olan Nusayri’ lerin yönetimde olması ve ülke nüfusunun büyük kısmını oluşturan Sünnilerin buna itirazı sonrası Hama şehrinde çıkan ayaklanmaların bastırılmasında 20.000 sivilin katledilmesi Hafız Esad’ın yönetim anlayışının en büyük örneklerinden biridir.[7]
Hafız Esad’ın 2000 yılında ölmesinden sonra, geçici bir iktidar sonrası oğlu Beşar Esad devlet başkanı olmuştur.
Beşar Esad, iktidarının ilk aylarında reformist bir anlayış benimsemiş ve neo-liberal ekonomi politikaları izlemiştir.[8] Suriye’nin önceki döneminin aksine batıyla ve Türkiye ile sıkı ilişkiler kurma yoluna gitmiştir. Bu yöntem ile bölgesel gücünü artırmayı hedeflemiş ve bunun yanı sıra tarihsel müttefiki olan İran’ın desteğini arkasına almıştır. ABD ile olan kötü ilişkilerinin düzeltilmesi ve kendi güvenliğini sağlamak adına 2003 yılında ikinci Körfez Savaşın’ da ABD’de den yana tavır almıştır.
Esad’ın tesis etmeye çalıştığı bölgesel güç olma yolunda geliştirdiği reformist yaklaşımların, Baas yönetimin elini ve otoritesini güçlendirdiği ve halkın bu reformlardan optimum seviyede faydalanamadığı gerçeği, toplumsal bir mutabakat sağlanmışçasına 2011 yılı Mart ayında etkisini göstermiştir. Halk ayaklanmalarının Suriye’ yi etkilemesinden hemen önce, halk olaylarına muhatap olan yönetimlerin daha çok çalışmasını ve halkın taleplerine karşılıksız kalmaması gerektiğini belirten Esad, olayların başlaması sonrasında, söylemlerinin aksine otoriter ve sert bir yönetim yaklaşımı ile süreci olumsuz etkilemiştir.
Suriye iç savaşının bir diğer kırılma noktası ise, Esad rejiminin silahlı müdahalesine karşı muhaliflerin hızlıca silahlanarak, silahlı mukavemet göstermeleri olmuştur. Bu süreç uluslararası kamuoyunda Esad’ın ve başta Rusya ve İran olmak üzere destekçilerinin, elini güçlendirmiş ve rejimin meşru müdafaa hakkını kullandığı yönünde tavırlarını açıkça ortaya koymuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, “Suriye’ye müdahale” oylamasında Rusya ve Çin’in en sağlam dayanağı bu olmuş ve Beşar Esad yönetiminin isyancılara karşı ülke bütünlüğünü korumak adına her alanda mücadele ettiği görüşünü ön plana çıkartmışlardır.
Bu süreçten sonra, Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan, BM ve Arap Birliği tarafından özel temsilci statüsünde Suriye yönetimiyle görüşerek altı maddelik mutabakat planı hazırlamıştır. Bu plana göre;
- Suriye Devleti’nin önderliğinde Suriye Halklarıyla mutabakat sağlanarak yeni bir siyasi sürecin başlatılması
- Sivil halkın güvenliğinin tesis edilmesi ve BM gözetiminde silahlı şiddete son verilmesi.
a)Hükümet meskun mahallere askeri sevki durduracak ve mevcut askerleri çekecek
b)Muhalifler çalışmalarını durduracaklar
3) Taraflar çatışma yaşanan bölgelere insani yardımların ulaştırılması için hergün iki saatlik ateşkes sağlayacaklar.
4) Suriye yönetimi sebepsiz tutuklamalara son verecek ve bu şekilde tutuklananlar serbest bırakılacak.
5) Suriye yönetimi ülkede gazeteciler için serbest dolaşımı için gerekli önlemleri alacak.
6) Suriye yönetimi toplanma ve barışçıl gösteri yapma hakkına saygı gösterecek.
Annan Planı olarak anılan mutabakat maddelerine Esad yönetimi olumlu yaklaşmış ve 12 Nisan 2012’de ateşkes ilan edilmiştir. Akabinde Suriye’de sayıları 300’ü bulan BM gözlemcisini aralıklarla Suriye’de görevlendirmiştir. Ancak, Ağustos 2012 de görevinden istifa eden Kofi Annan’dan sonra politikaların geliştirilmemesi ve Suriye’de ki sorunun çözülemeyeceği yönündeki söylemler, uluslararası platformda meselenin çözülemeyeceğini ve çözüme isteksiz bir yaklaşım olduğunu göstermiştir. Annan Planı’nın da boşa çıkması, Suriye Krizini çözümsüzlük döngüsü içine itmiştir.[10]
Bölge ülkelerinin yeraltı kaynakları bu ülkeler üzerinde menfaat mücadelelerinin sebebi olurken, Suriye bu alanda zayıf bir ülke olmasına rağmen İsrail, Arap Yarımadası ve Ortadoğu’nun Avrupa’ya açılan kapısı olması ve Akdeniz’e kıyısı olması sebebiyle bir geçiş güzergâhı olma özelliği taşımaktadır. Bu durum, Suriye’yi bir kat daha önemli kılmakla birlikte Suriye’deki istikrarsızlığın etkisini daha da artırmaktadır.
Suriye’de sorunun, Tunus, Libya ve Mısır kadar kısa sürede çözülmeyecek olmasına olan inancın her geçen gün güçlenmesinin sebebi, Esad yönetiminin iç destekçilerinin yanı sıra güçlü dış destekçilerinin olmasıdır. Tunus’ta Zeynel Abidin’in, Libya’da Muammer Kaddafi’nin, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in böylesine bir desteği olmadığı gibi coğrafi ve siyasi olarak demokratik yönetimlerin etkisi altında olmaları ve otoriter yönetimlerin büyük temsilcisi olan devletlerin dış siyasetlerinin merkezinde yer almamaları bu liderler aleyhine süreci kısaltmıştır.
Şekil-2 Kaynak[11]
Bilhassa Rusya ve Çin, halkın taleplerine karşı yönetimden el çektirilmesi planlanan Esad’ın BM’deki sözcüsü ve garantörü olmaları sebebiyle bir türlü mutabakat sağlanamamış, oluşan otorite boşluğunu dolduran terör örgütleri bölgesel ve küresel tehdit haline gelmiş, sivil halk yerinden olmuş, yüzbinlerce sivil ölmüş ve iç savaş,
çözümsüz geçirdiği her gün daha da kötüye giderek günümüze kadar gelmiştir.
- Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Suriye Politikaları
2.1. Türkiye’nin Suriye Politikası
Suriye Krizi’nin Türkiye’ye etkisi 911 Km lik sınır komşuluğundan kaynaklanan etkilerinin yanı sıra Türkiye’nin tarihsel manada üstlendiği misyon itibariyle sorumluluklarının getirdiği etkileri vardır.
İç savaştan önce, Suriye politikalarının da etkisiyle gelişen ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeler ümit vermekteydi. Hükümetler arası görüşmelerle, serbest ticaret anlaşması imzalanması ve kaldırılan vize uygulaması hem ticaret hacmini geliştirmiş hem de iki ülkede yaşayan insanların akrabalık bağlarını güçlendirmek adına önemli bir atılım olmuştur. Halkların sosyal bağlarının güçlenmesi devletlerin bağlarının ve menfaat alanlarının da güçlenmesine yol açacağından, iki ülke halkları tarafından da olumlu tepki alan bu gelişme, bir yandan da Suriye’nin batıya yönünü dönmesi noktasında önemli bir kanıttır.
2005 yılında, Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin suikast sonucu öldürülmesi sonrası, batı dünyası ve Lübnan halkı tarafından suikastın sorumlusu olarak Lübnan’daki nüfusu itibariyle Suriye yönetiminin, dolayısıyla Beşar Esad’ın olduğu iddia edilmiştir.[12]
Bu tarihten sonra, AB ve ABD ülkeye ambargo ve baskı uygulamaya başlamıştır.
Ancak Türkiye, tüm tepkilere rağmen Suriye ile olan ilişkilerini geliştirmeye devam etmiştir. Suriye ve İsrail arasında, Suriye toprakları olan Golan Tepeleri’nde İsrail’in işgalinin sürmesi sebebiyle mutabakat ve kalıcı barış sağlanması için arabuluculuk görevi üstlenmiştir. İki ülke arasında 2009 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması imzalanmış, dış politika, eğitim ve ulaşım alanında müzakereler yapılarak karşılıklı mutabakat zabıtları imzalanmıştır.[13]
İki ülke arasında gelişen ilişkiler Ortadoğu’da istikrarın sağlanması ve diğer ülkeleri örnek olması açısından önemli ve ümit vericidir. ABD’ nin Irak işgali ve Hariri suikastıyla güvenlik kaygıları yaşayan Suriye, Türkiye ile olan ilişkilerinin güçlenmesiyle olası bir batı müdahalesinin önüne geçmek adına da hamle yapmıştır.
Tüm bu gelişmeler sonrası Türkiye ve Suriye ilişkilerinin her geçen gün geliştiği bir dönemde 2010 yılı aralık ayında başlayan ve 2011 yılı Mart ayında Suriye’ye sıçrayan olaylar karşısında Türkiye, Suriye yönetimine reform çağrıları yapmıştır. Arap baharı olaylarında yaşanan önceki örneklerde de olduğu gibi halkların taleplerinin ciddiyetle ele alınması ve karşılık bulması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Baas yönetiminin talepler karşısında ki katı tutumu ve sert müdahalesi Türkiye ve Suriye’yi karşı karşıya getirmiştir. Türkiye, 2012 Mart ayından itibaren Esad rejimine karşı net ve keskin bir tavır alarak sivil halka karşı silah kullanıldığı gerekçesiyle suçlamış ve yönetimin müdahalesini durdurması gerektiğini ve süratle görevi bırakması gerektiğini savunmuştur. Çünkü, sınır komşusundaki bu durum, hem ülke güvenliğini tehdit etmekte hem de gelecekte doğuracağı olumsuz sonuçlar itibariyle kendi siyasal, ekonomik ve sosyal yapısına zarar vereceğini bilmektedir.
Suriye’de giderek artan güvenlik sorunlarının ve otorite boşluğunun yerini alan terör örgütleri Türkiye’nin bu kaygısını doğrular nitelikte hareket etmektedirler. Reform sürecinde kürtlere vatandaşlık vermesi itibariyle kürtleri askere alan Esad yönetimi, kürtleri temsil ettiğini iddia eden ve Suriye’de yapılanan PYD-YPG’nin bölgesel planlarını uygulamasına göz yummaktadır. Bu iki terör örgütünün, Türkiye’nin yıllardır mücadele ettiği Pkk’nın uzantısı olduğu gerçeği, Suriye’de serbestçe manevra yapan bu örgütlerin Türkiye için birincil tehdit unsuru olması için yeterli bir sebeptir.
Türkiye’nin de ötesinde uluslararası kamuoyunu tehdit eden diğer bir terör örgütüde DAEŞ’tir. Örgüt Suriye’de ki boşluğu ve kargaşayı kullanarak sözde İslam Devleti kurmak amacıyla, sapkın uygulamalar içerisinde olan ve uluslararası militanlara sahip bir yapıdadır. İslam devletinin tesisi için sözde cihad çağrısı yapmış ve kendisinden olmayanları mürtet (dinden dönen) ilan ederek katletmekte beis görmemiştir. Uluslararası platformda terör örgütü olarak tanınması kısa sürmemiş, batılı dünyanın islamafobya teorisine katkı sunması ve islam diniyle bağdaşmayan uygulamaları neticesinde en sert tepkiyi Türkiye’den almıştır. Bu sebeple, Türkiye’yi hedefleri arasında ilk sıralara koyan terör örgütü, Türkiye’de yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği bombalı eylemler yapmıştır. Suriye’nin bu durumu tüm olumsuzluklarıyla Türkiye’yi etkilemeye devam etmektedir.
Türkiye sınır güvenliğini sıkılaştırsa da terörün sınır tanımaması ve kendisine mukavemet gösteren her kesime zarar verme refleksi Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmeye devam etmektedir.
DAEŞ faaliyetlerinin uygun zemin bulması ve Ortadoğu’da bilhassa Suriye’de gücünü artırması, bu terör örgütüne karşı farklı terör örgütlerinin kendi müttefikleri tarafından silah, mühimmat ve moralite olarak destekleniyor olması, Suriye sınırları içinde bulunan soydaşlarının ve Suriye halkının güvenliğini sağlamak amacıyla, Türkiye güvenlik güçleri 25 Ağustos 2016 tarihinde Mercidabık Savaşından beşyüz yıl sonra duruma fiilen müdahale etmek için Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlatmış ve Suriye sınırından sabaha karşı giriş yapmıştır. Suriye içlerine doğru ilerledikçe süpürme faaliyeti yürütmüştür. Türkiye’nin bu operasyondaki amacı Suriye’nin kuzeyinde bir güvenlik bölgesi oluşturarak terör unsurlarının kendi sınırlarından geçmesini engellemek ve çatışmalardan kaçan, güvenlik tehditi altında olan Suriyelilerin, kriz bitene kadar çatışmasız ortamda hayatlarına devam etmelerini sağlamaktır. Türkiye’nin somut taleplerinin başında PYD-YPG’nin Fırat nehrinin doğusuna çekilmesi gelmektedir.
Öte yandan, Ortadoğu’da ve sınırlarında güvenliğin tesis edilmesi için siyasi ve askeri manada yoğun çaba gösteren Türkiye insani manada da dünyada eşi olmayan bir sorumluluk örneği sergilemektedir. Silahlı çatışmaların başladığı günden itibaren, çatışmalardan kaçan insanlara karşı açık kapı politikası izleyen Türkiye bugün de bu politikasına devam etmektedir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin güncel verilerine göre toplam Suriyeli sığınmacı sayısı 5.745.718 dir. Bu sayının 2.764.500 kişiyi ihtiva eden kısmını kayıtlı olarak Türkiye misafir etmektedir. Ancak Türkiye’de ki gerçek sığınmacı sayısının 4 milyona yakın olduğu iddia edilmektedir. Türkiye’den sonra en fazla kayıtlı sığınmacıyı ağırlayan ülke 1.017.433 kişi ile Lübnan olup 655.404 kişi ile Ürdün, 228.894 kişi ile Irak, 115.204 kişi ile Mısır, 29.275 kişi ile Libya bu sırayı devam ettirmektedir. Mültecilerin ancak 485.054 kişisi kamplarda barınmakta, geri kalanı kendi imkanlarıyla hayatlarına bu ülkelerde devam etmektedirler.[15] Avrupa’daki toplam mülteci sayısı ise, 935.008 kişidir.[16] Bu rakamlar göstermektedir ki, Avrupalı ülkelerin kabul ettiği sığınmacı sayısı Türkiye’nin tek başına kabul ettiği sayının 1/3 kadardır. Suriye’de barışın sağlanması, Ortadoğu’da ve çevresinde istikrarın tesis edilmesi için oldukça önemlidir. Bu noktada Türkiye imkanlarını her alanda seferber etmiş ve Suriyelileri çatışma ortamının etkilerinden korumak için yoğun çaba göstermiş ve gösterme kararlılığını devam ettirmektedir.
2.2 ABD’nin Suriye Politikası
Otoriter bir yönetim anlayışı benimsemesi sebebiyle ve soğuk savaş döneminde SSCB’yi desteklemesinden ötürü Suriye ile yıldızı bir türlü barışmayan ABD, Arap-İsrail Savaşında İsrail’i desteklemiş ve Baas Rejiminin, müttefiki olan İsraili açıktan hedef alması sebebiyle Suriye ile yıldızı bir türlü barışmamıştır. Beşar Esad yönetimindeki gelişmeleri olumlu karşılamış ve 2009 yılında Şam’a tekrar büyükelçi atamıştır. Ancak Hariri Suikastı iddiaları bu ilişkiyi tekrar germiştir.
Bush yönetiminin askeri yayılmacı politikası ve dünya ekonomik konjonktüründeki değişimler ABD’nin son dönemde ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Obama yönetimiyle birlikte iç meselelere daha fazla eğilen bir profil çizmiştir. Afganistan ve Irak’tan askeri manada çekilen ABD bu uğurda yaptığı harcamalardan da tasarruf etmiştir. Obama yönetimiyle birlikte, daha önceden fiilen müdahale ettiği noktalarda artık BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan fiili taraf olmamaktadır. Suriye’de ABD için bu alanlardandır. Konsey kararının müdahale yönünde çıkmaması bir koalisyonun oluşmamasına yol açmıştır. Bu sebeple ABD, Suriye’ye AB’nin ve Türkiye’nin müdahale etmesi yönünde telkinlerde bulunmuştur. Beklentileri istediği düzeyde karşılanmayan ABD, DAEŞ’ in ortaya çıkmasıyla birlikte bölgedeki hegemonyasının sarsılacağını bildiğinden taleplerini sıklaştırmıştır. Ancak, müttefiki Türkiye’nin bu dönemdeki hassasiyetlerine cevap veremeyen ABD, alternatif olarak DAEŞ ile mücadele ettiğini iddia eden diğer bir terör örgütü PYD-YPG ile flört etmeye başlamıştır. PYD-YPG’ ye silah yardımı yapması, müttefiki Türkiye’nin tepkisini almış, askeri düzeyde önce durumu inkar etmiş sonra hata olduğunu bildirmiş ve akabinde PYD-YPG’ ye lojistik desteğini sürdürmüştür. Türkiye ise, bu silahların kendi milli bütünlüğüne karşı kullanıldığını her platformda dile getirmiş ve belgeleriyle beyaz saraya iletmiş olsa da ABD, meşrulaştıramadığı fiili müdahalesini bu yöntemle hegemonyasının korunması uğrunda sürdürmeye devam etmiştir.
2.3. AB’nin Suriye Politikası
Bu dönemde AB, ekonomik bütünleşmenin tam olarak sağlanamamasına rağmen etkili bir ekonomik aktör olmasına karşın, bünyesinde ki ülkelerin farklı siyasi çıkar ve amaçlarının olması sebebiyle siyasi ve askeri manada aynı etkiyi gösterememektedir. Bu durum AB’nin bir bütün olarak dış politika izlemesini zorlaştırmaktadır. Benzer halk ayaklanmalarının görüldüğü ülkelerde üye ülkelerin farklı tutum ve görüşler içerisinde olmasına rağmen, Suriye’de ki olaylar karşısında Esad rejiminin müdahalesi ve reaksiyonuna karşı birlikte hareket etmişler ve insan hakları çerçevesinde rejimi eleştirmişlerdir. Suriye’de Esad rejiminin silah kullanmasını imkânsız kılacak askeri tedbirlerin alınması gerektiğini ve Esad iktidarının sonlanması gerektiğini savunmaktadırlar. Ancak bu yolda somut girişimlerde bulunmak bir yana, çatışmalardan kaçan insanların kabul edilerek, sığınma taleplerinin karşılanması çağrılarına kulak tıkamakta ve sığınmacı kabul etmemek için gösterdikleri çabayı, Suriye sorununun çözümlenmesinde göstermemektedirler. Türkiye ile yapılan geri kabul anlaşması bu durumun en açık göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
2.4. Rusya’nın Suriye Politikası
1946’da bağımsızlığını kazanan Suriye’nin Arap Sosyalist Diriliş Partisi (BAAS) yönetiminin, Rusya ile SSCB’den başlayan sıkı ilişkileri vardır. ABD’nin soğuk savaş döneminde çevreleme politikasına karşın, Kruşçev yönetimiyle birlikte aynı ideolojiye mensup ülkelerce geliştirilen ilişkiler doğrultusunda Suriye’de önemli bir müttefik haline gelmiş ve SSCB’nin Ortadoğu’daki partneri olarak bilinmektedir. Tarihsel amaçları arasında sıcak denizlere inmek ideali olan Rusya, öncelikle bu amaçla Suriye ile olan ilişkilerini sürekli sıcak tutmaktadır. Halk ayaklanmalarının Suriye’de amacına ulaşamamasının en büyük sebebi rejimi İran ve Rusya’nın fiilen desteklemesi olarak kabul edilmelidir. Rusya’nın, diğer tüm ülkeler gibi DAEŞ’i gerekçe göstererek Suriye’ye askeri operasyon düzenlemesinin gerekçesi bu ülkede kurulu yönetim sisteminin değişmesinin kendi menfaatlerine olmayacağıdır. Gelecekte, Esad yönetimden el çektirilirse yeni yönetimin belirlenmesi için müzakere sürecinde aktif olmak istemektedir. Özgür halkın kendi iradesiyle kuracağı yönetimin otoriter bir anlayıştan uzak olma ihtimali çok yüksektir. Bu gerçekleşirse Suriye ile olan ilişkiler zamanla zayıflayacak ve Rusya bölgedeki önemli bir müttefikini kaybetmiş olacaktır. Bu sebeple, madden ve fiilen rejimi desteklemekte, uluslararası platformlarda rejimin meşru müdafaa hakkını kullandığını ileri sürmektedir. Suriye Krizinin uzamasının önemli bir faktörü olarak karşımıza çıkan Rusya, SSCB dağıldıktan sonra kabuğuna çekilmesinin ve Ortadoğu’da kemikleşmeye başlayan ABD otoritesinin karşısında prestij mücadelesinin yanı sıra sebep olduğu tüm olumsuzlukları perde gerisinde tutup kendi senaryosunu sahneye sürmeye devam etmektedir.
2.5. Çin’in Suriye Politikası
Çin, BM Güvenlik Konseyinin, Suriye’ye müdahale noktasında alacağı kararı, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve yönetimine müdahale olacağını savunmuş ve Rusya’yla birlikte ret oy kullanmıştır. Ancak, Annan planını desteklemiş ve uygulanması yönünde destek vermiştir. Bunun sebebini ise, tek taraflı Suriye’ye baskı yapmıyor olması ve rejimin değiştirilmesinin bu planda söz konusu olmamasıdır. Konsey başkanlığının açıklamasında, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması vurgusu yapılmış olması Çin tarafında BM tüzüğüne paralel olduğu gerekçesiyle kabul görmüştür.[17]
Bunun yanı sıra Çin, Suriye’de rejim ve muhalifler ile ayrı ayrı görüşmüş, bölgedeki ülkelere temsilciler göndererek fikirlerini almıştır. Bu müzakereler sonucunda tarafların şiddeti koşulsuz olarak bırakmaları ve siyasi reformların sağlanacağı müzakere sürecinin başlatılması yönünde önerilerde bulunmuştur.[18] Bunun yanı sıra Suriye krizinin çözüme ulaşması için Annan Planına paralel Suriye çözüm planı hazırlamıştır.
Prof. Dr. Birol Akgün’ün “Suriye Krizi’nde Bölgesel ve Küresel Aktörler” isimli çalışmasında, Çin’in Suriye Politikası ve Çözüm Planı konusunu işleyen Doç. Dr. Erkin Ekrem bu planı aşağıdaki şekilde aktarmıştır.
Kofi Annan’ın Altı Maddelik Teklifi | Çin’in Altı Maddelik Teklifi |
1. Suriyeli halkın meşru taleplerine ve endişelerine yanıt verecek şekilde Suriyeliler tarafından yürütülecek ve herkesi kapsayacak siyasi süreç için özel temsilciyle (Annan) çalışmayı taahhüt etmek ve bu amaçla gerekirse (müzakereler için) bir temsilcinin atanmasına onay vermek. | 1. Suriye Hükümeti ve ilgili taraflar derhal kapsamlı ve koşulsuz bütün şiddet eylemlerine son vermelidir, özellikle masum sivillere karşı şiddet eylemleri durdurulmalıdır. Suriye’deki taraflar şiddet içermeyen yollarla siyasî iradesini ifade etmelidir. |
2. Saldırıları bırakıp, BM tarafından gözetilecek ateşkesin derhal sağlanması, bu amaçla öncelikle Suriye hükümetinin, halkın yaşadığı bölgelerde ağır silahların kullanılmasına son verilmeli ve askerlerin geri çekilmesi; muhalefetin (ve Suriye’deki diğer unsurların) saldırıları bırakıp ateşkesin sağlanması için işbirliği yapılması çağrısı yapılıyor. | 2. Suriye’deki taraflar, uzun vadeli ulusal çıkarlarını ve halkın menfaatlerini esas alarak BM ve Arap Birliği’nin Suriye temsilcisinin tarafsız çabaları çerçevesinde, önkoşulsuz, varsayılan sonuçları olmayan ve kapsayıcı siyasî diyaloga girmelidir. Ulusal istikrar ve sosyal düzeni sağlamak için kapsamlı ve ayrıntılı reformun yol haritası ve takvim üzerinde mutabakata varılmalı ve uygulamaya konulmalıdır. |
3.İnsani yardımın gerekli olan her yere ulaşabilmesi için ilk adım olarak derhal uygulanmak üzere günde 2 saat insani yardım için çatışmaların durdurulması isteniyor. | 3. Çin, BM’n öncü rol oynamasını ve insanî yardımı koordine etmesini destekler. Yani Suriye egemenliğine saygı göstermek şartı ile BM veya Suriye taraflarının kabul edebileceği tarafsız bir örgüt Suriye’deki insanî durum üzerinde objektif ve kapsamlı değerlendirme yapmalı ve insanî yardımın teslim ve dağıtımı sağlanmalıdır. Çin, Suriye halkına insanî yardım sağlamaya hazırdır. Çin, insanî meseleyi bahane ederek Suriye’nin içişlerine karşı herhangi bir müdahaleyi kabul etmemektedir. |
4. Keyfi olarak tutuklanan ve gözaltına alınanların serbest bırakılması talep ediliyor. | 4. Uluslararası toplumun tarafları, Suriye’nin bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğüne samimiyetle saygı göstermelidir; Suriye halkının siyasî düzen ve kalkınma yolunu tercih etme haklarına saygı gösterilmelidir. Bu şekilde Suriyeli siyasî gruplar için diyalog koşullarının yaratılmasına ve gerekli yapıcı yardımın sağlanmasına katkılarda bulunacaktır, bununla birlikte tarafların görüşme sonuçlarına saygı gösterilmelidir. Çin, Suriye’ye yönelik askerî müdahale veya zorla rejim değişikliği girişimlerine karşıdır; tehdit veya yaptırım uygulamanın, sorunun çözüme kavuşmasına katkısı yoktur. |
5. Gazetecilerin ülke içinde serbestçe dolaşmalarının sağlanması isteniyor. | 5. Çin, Suriye’deki krize ilişkin olarak BM ve Arap Birliği’nin ortak atanan temsilcisi karşılamaktadır ve Suriye krizinin siyasal çözüm için oynayacağı yapıcı rolünü desteklemektedir. Çin, Arap ülkeleri ve Arap Birliği’nin kriz için siyasî çözüm arayışı konusunda yapılan olumlu çabalarını desteklemektedir. |
6. Barışçıl toplanma ve protesto hakkına saygı duyulması talep ediliyor. | 6. Güvenlik Konseyi’nin üyeleri BM tüzüğünün amaçları ve ilkeleriyle, uluslararası ilişkilerin temel ilkelerine uymalıdır. Güvenlik Konseyi’nin Daimi Üyesi olarak Çin, sadakatle kendi görevini yerine getirecektir, diğer taraflarla birlikte Suriye krizinin siyasî çözümü için eşit düzeyde, sabırlı ve kapsamlı istişare etmeye devam edecektir ve Güvenlik Konseyi’nin birliğini korumak için çaba gösterecektir. |
Çin, insan temelli yaklaşımı itibariyle Suriye’deki varlığını kabul ettirmiş ancak planların uygulanmasında ki engeller nedeniyle Suriye’ye insani yardım götürmekten öteye geçememiştir.
2.6. İran’ın Suriye Politikası
İran’ın Fars-Arap çekişmesi sebebiyle Suriye ile diğer Arap toplumlarıyla kurduğu ilişkiden farklı bir ilişkisi olmamıştır. Ancak, Suriye’de yönetimde olan Hafız Esad’ın Nusayri olması ve Humeyni devrimini desteklemesi bu tarihten sonra bu iki ülke arasındaki ilişkiyi mezhepsel yakınlaşma ile farklı bir boyuta taşımıştır. Özellikle İran-Irak savaşında İran’dan yana tavır alan Hafız Esad, birinci Körfez Savaşı’nda müttefikiyle daha sıkı ilişkiler kurmuştur.[19]
Geçen zaman zarfında mezhepsel yakınlaşmanın yanı sıra milli menfaatlerin de paralel seyrettiği bir süreç izlenmiştir.
2010 yılında Tunus’ da sözde Arap Baharı rüzgarları esmeye başladığında, Tahran yönetimi bu süreci “Diriliş ve emperyalist güçlerin kuklalarına karşı ayaklanış” olarak tanımlarken, olaylar Suriye’ye sıçradığında, durumu “ batının İslam’ı bölmek ve yok etmek için kışkırtmaları” olarak nitelemiştir. Bu sebeple Suriye’yi maddi manevi desteklemiştir. Rejime destek vermek için devrim muhafızlarının Suriye’ye tayin edildiği bilinmektedir. Çünkü mevcut rejimin iktidardan düşmesi durumunda Suriye halkının talepleri doğrultusunda hareket edilirse, benzer bir yönetimin kurulması kadar Nusayri mensubu bir yönetici olması da oldukça güçtür. Bu sebeple İran’ın Şii Hilali politikası, öncelikle mevcut rejimin muhafazasını, bu olmazsa yeni rejimin oluşmasında etki edebilecek konumda olmayı gerektirmektedir. Aksi durumda İran’ın bölgesel nüfusu azalacak ve önemli müttefiklerinden birisini kaybetme noktasına gelecektir.
3.Sonuç
Suriye’de gelinen nokta itibariyle, daha önce rastlanmayan farklı müttefiklikler kurulmuş, iç çatışmaların sürmesi dış müdahaleleri sıklaştırmış, terör örgütleri etkinliğini artırmış ve uluslararası tehdit haline gelmiş, vekalet savaşları ve ülkelerin menfaat mücadeleleri Suriye’nin ve Suriye’ lilerin geleceği gündemin gerisine itilmiştir. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi raporuna göre, halk hareketlerinin başladığı 2011 Mart ayından itibaren 2016 Eylül ayına kadar ölü sayısı 300.000 i geçmiş ve hayatını kaybedenlerin 100.000~ sivildir.[20] Resmi olmayan rakamların ise resmi rakamlardan çok daha fazla olduğu iddia edilmektedir.
Mevcut durumun devam etmesi küresel ve bölgesel manada, mevcut sorunların yanı sıra yeni sorunlar doğuracağı aşikardır. Kuzey Afrika’da başlayan halk hareketlerinin domino etkisiyle geldiği durum ve bu durumun sonuçları, çözüm geciktikçe daha da düğümlenerek dünya sathına yayılacaktır. Durumun analiz edilerek menfaatlerinden feragat etmek suretiyle, Suriye’de barışın sağlanabilmesi için diyalog kanallarının güçlendirilerek müşterek bir siyasi otoritenin kurulması noktasında uluslararası karar alınmalı ve Suriye’nin toprak bütünlüğü muhafaza edilerek, Suriye halkının himayesinde kurulacak olan yönetimin iradesine teslim edilmelidir.
4.Kaynakça
1-Interview With Syrian President Bashar al-Assad, Wall Street Journal, (Çevrimiçi) http://online. wsj.com/article/SB10001424052748703833204576114712441122894.html, Erişim. 03.12.2016
2-Suriye Hükümeti İstifa etti. (Çevrimiçi) http://www.hurriyet.com.tr/suriyede-hukumet-istifa-etti-17401098 , Erişim. 04.12.2016
3-SANDIKLI Atilla, SEMİN Ali, “Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi Ve Türkiye”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi,2012, Rapor No:52,Syf.7
4-SANDIKLI Atilla, SEMİN Ali, “Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi Ve Türkiye”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi,2012, Rapor No:52,Syf.9
5-SANDIKLI Atilla, SEMİN Ali, “Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi Ve Türkiye”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi,2012, Rapor No:52,Syf.9
6-AKGÜN Birol, “Suriye Krizinde Bölgesel Ve Küresel Aktörler (Perspektifler sorunlar ve çözüm önerileri)”, Stratejik Düşünce Enstitüsü,2012 syf.6
7-AKGÜN Birol, “Suriye Krizinde Bölgesel Ve Küresel Aktörler (Perspektifler sorunlar ve çözüm önerileri)”, Stratejik Düşünce Enstitüsü,2012 syf.6
8-Ülke Profili:SURİYE, (Çevrimiçi) http://www.aljazeera.com.trulke-profiliulke-profili-suriye Erişim.11.12.2016
9-Maphill, http://www.maphill.com
10-SANDIKLI Atilla, SEMİN Ali, “Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi Ve Türkiye”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırma Merkezi,2012, Rapor No:52,Syf.33-34
11-http://movil-enn.appspot.com/upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/6/6b/Syria-Religion-Map.jpg
12-Ülke Profili:SURİYE, (Çevrimiçi) http://www.aljazeera.com.trulke-profiliulke-profili-suriye Erişim.11.12.2016
13-Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi, 22-23 Aralık, Şam (Çevrimiçi) http://www.mfa.gov.tr/turkiye—suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23-aralik_-sam.tr.mfa, Erişim.11.12.2016
14-http://www.suriyegundemi.com/wp-content/uploads/2016/12/Suriye-Genel2aralık-1024×851.png
15-Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 04.12.2016 tarihli verileri (Çevrimiçi) http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php#, Erişim. 10.12.2016
16-ŞAHİN Okan, Suriyeli Mültecilerin Dağılımı ve Son Rakamlar, Stratejik Ortak, (2016) (Çevrimiçi) http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php# Erişim. 10.12.2016
17-AKGÜN Birol, “Suriye Krizinde Bölgesel Ve Küresel Aktörler (Perspektifler sorunlar ve çözüm önerileri)”, Stratejik Düşünce Enstitüsü,2012 syf.29
18-AKGÜN Birol, “Suriye Krizinde Bölgesel Ve Küresel Aktörler (Perspektifler sorunlar ve çözüm önerileri)”, Stratejik Düşünce Enstitüsü,2012 syf.30
19-AKGÜN Birol, “Suriye Krizinde Bölgesel Ve Küresel Aktörler (Perspektifler sorunlar ve çözüm önerileri)”, Stratejik Düşünce Enstitüsü,2012 syf.46
20- (Çevrimiçi) http://www.milliyet.com.tr/suriye-de-olen-sivillerin-sayisi-dunya-2310525/ Erişim.13.12.2016
Yorumlar kapatıldı.